BLOGGER TEMPLATES AND TWITTER BACKGROUNDS

28 Temmuz 2010 Çarşamba

Oradaki Sen Misin?


Günlük yaşantımdaki telaştan sıyrılıp odamın kapısını aralığımda gerçek Didem oluyorum ve ilk beş dakika sadece kendime kavuşmanın verdiği hazzı yaşıyorum. Sonra ya o gün yaptıklarımı beğenmediğim içine kendime, ya da olağan dünyevi şeylere kızıp gülümsememi kapı dışarı ediyorum. Böyle zamanlarda ev ahalisi gerçek ruhum bedenine geçisini tamamlayana kadar tehlike çanlarının çaldığının farkında olduğundan sessiz bir hale bürünüyor. İlk ses çıkaran annem oluyor her zaman. Klasik dünyevi soruları soruyor o da. Ama inanılmaz sıcak ve özlemiş bir tavırla soruyor.. O an onu görmek istemesem bile bir süre sonra yumuşayıveriyorum. Çünkü o bütün gününü dışarda geçiren kızını özlemiş ve evde onu beklemekte olan bir anne. Dahası kızının dışardan getirdiği gergin ruhaniyeti de anlıyor. Tıpkı kızının onun her ruh halini her zaman anladığı gibi...
İşte bu alakasız gibi duran alakalı girişi aslında hepimize şu soruyu sormak için yaptım: "Ordaki siz misiniz? " Şunları diyebilirsiniz bana: Sen deli misin be kadın, şizofren misin, ne o öyle elbise mi giyip çıkarıyorsun ; ruh değiştirmek falan, iki yüzlü müsün yoksa? Ben de tüm bunların üzerine ukalaca gülümser yeniden sorular sorarım.Oradakinin sen olduğuna nasıl emin olabiliyorsun? Gün içerisinde bombardımanı altında olduğun tonlarca mesajdan sıyrılıp yalnızca kendi kararlarını uygulayabildiğine emin misin? Nabza göre şerbet vermediğine emin misin? Tüm hayatının senin yüzünden öyle olduğunu kabul edecek kadar kendine çizdiğin yolun farkında mısın? Kaç tane masken var biliyor musun? Kaç kez sadece kendin olmayı deneyebildin?
Üzerime yapışıp kalan dengesiz, ruh hali uçlarda yaşayan hatun etiketlemelerini kabul ediyorum, ancak dengeliyim diyenler de gerçekten yaşıyor mu ki? Aret Varyantan seminerinde şöyle bir tabir kullandı: Yaşıyormuş gibi yapmak. Hepimiz bir şekilde mış gibi yapmıyor muyuz?
Tüm bunları biraz olsun anlamlandırabilmek için koşmayı bıraktım. Telaşı bıraktım. Duygularım telaşta olsa dahi dünyayı ben döndürüyormuşumcasına üzerime edindiğim saçmasapan yükleri, etiketleri bıraktım. Boş bir havuza doğru buraya doldurduklarabileceklerimin kaçı gerçekten Didem'in diye bakıp duruyorum. Kararlarının çoğunu kendi vermiş biri olmama rağmen tam olarak kendim olamamışım hala gibi geliyor. Hoş şu yaşa kadar oluşturabilecek bir benliğim olması da zordu.
Bakıyorum etrafa. Sıfat kaynıyor her yer. Herkes kendine sıfat seçip bir şeyler olma derdinde. Mesela başarılı bir ablamızı inceliyorum. Başarılı ama, kendi değil, bu böyle bir kadın değil ki diyorum içimden. Yakınen tanıdığım biri ve o sunduğu kadın değil...Ama üzerine tonlarca sıfat alabilecek kapasitesi var...Hangimizin yok ki maşallah?
Önceleri kendimle çok alay ettim. Bu arayışımın yaşsal bir şey olduğunu düşünerek güldüm kendime. Sonra şunu fark ettim ki benim bu yaşta aradığım şeyin peşine hiç düşmemiş abilerim ablalarım. Hazır sunulanı kabul edip gelen mesajlardan şuursuzca seçip sürekli bir şeymiş gibi yapmışlar. Etrafımdaki herkesin kendiyle ilgili büyük iddiaları var. Benim de çoğuyla ilgili bir iddiam var: Her şeyden bir parçasınız, ama bütün değilsiniz. Ben buyum diye tanımlayabileceğiniz, sevebileceğiniz, geliştirebileceğiniz bir benliğiniz yok. Sadece koskocaman sıfatlar bütünüsünüz. İstediğinizi sandığınız şeylerin ardından sürüklenip zaman harcayıp duruyorsunuz. Allah'ım tam bir kaos bu benim için!
40 yaşıma geldiğimde nasıl da geçti yıllar derken geçen zamana acıyor olmak istemiyorum. Ben mış gibi yapmak istemiyorum! Sindire sindire yaşamak istiyorum. Farkında olarak yaşamak istiyorum. Sürüklenmek istemiyorum...
İşte bunun için gereken şey şu an dünyamı yakıp yıkmaksa yaparım.Ve hala kendi hayatını sindirerek yaşayamamış olduğunu düşünen herkes yapmalı bunu bence. Neyse yine boyumdam büyük laflar etmiş olabilirim. Bol kendinizli günler.

18 Temmuz 2010 Pazar

Yine mi Ötekiler ?


Toplumsal cinsiyet konusu kafamı ne kadar kurcalıyorsa ötekileştirme de o denli kurcalıyor.Bir sene önce ötekilerimiz hakkında bir şeyler karalamışım buraya. Az önce okudum ve bugüne kadar yazdıklarım içinde en çok sevdiğimin o olduğuna karar verdim. Üslubu ya da süslü cümlelerinden dolayı değil. Zaten edebi yönüm var iddiasıyla yazan biri değilim. Düşünmeyi,sormayı,yazmayı konuşmayı çok seven biri olduğum için düşlerim,düşüncelerim ve hislerim boşlukta kaybolmasın diye yazıyorum.Aslında sürekli aynı konular etrafında dönüp duruyorum. Aidiyet, tamlık,mutluluk,kadınlık ve ötekiler.Yazdığım bazı şeyler bunlardan bağımsız görünse de hepsinde bunları anlamaya çalışan bir bünyenin psikolojisiyle yazılmış sorgulamalar var.
Bu girizgahı yapmamın sebebi de birazdan "ötekiler"den bahsedecek olmam.Yine aynı tatta sorularla dolmuş biri var karşınızda. Toplum çemberinin ne kadar içinde, ne kadar dışındayım, sosyal onaylanma hayatımda nasıl bir yer kaplıyor anlamaya çalışıp duruyorum.
Sosyal bir varlık olan insan -bu sıfata hastayım (!)- ne kadar büyürse büyürsün içinde hep bir onaylanma ihtiyacı taşıyor. En toplumdan bağımsız gibi görünen kişilerin yakın arkadaşları da kendi gibi kişilerdir baktığınızda.Kendi gibi ötekileştirme yaparak onu onaylayan kişiler...
Benim için de geçerli bu. Farklı dünyalardan pek çok arkadaşım olsa da dostum dediğim kişi hayata benim gibi bakan ve benle aynı ötekileştirmeleri yapan kişi. Yani bizim için kaka kişiler, düzgün kişiler aynıdır.
Bugün babama bir şeyler anlatırken beynimde bir anda bir ampül yandı ve işte o an kendime çok kızdım. Herkesi insan olarak görüp içinde bulunduğu koşullarla değerlendirmek için çaba sarf eden ben, aleni şekilde ötekileştirme yapıyordum! Giyinmeyi bilmeyen biri (kime göre, neye göre bilmiyor tabii...), koluna kınayla küskün yazan bizim kültürümüze adapte olamamış, ama olmayan çalışan biri bizim için komik olabiliyordu. Kolundaki o feyk dövmeyle dalga geçebiliyorduk aklımıza her estiğinde. Çünkü "biz"e göre komikti. O "öteki" idi...
İnsanları aşağılamak ne haddime haşa!!!! Ama hepimiz yapıyoruz bunu. Festivallerde bir türbanlı gördüğümüzde oha bunun ne işi var burda demiyor muyuz? Hepimiz "apaçi" olarak gördüğümüz, şehire ayak uyduramamış, kendini eğitememiş insanların komik halleriyle facebook'ta eğlenmiyor muyuz?
Ve birileri de bizle eğleniyor olabilir. Türbanlı biri için benim piercinglerim, saç rengim de "norm"al olamayabilir mesela. Bu durumda "norm" al olan ne peki? Kendi varlığımızın, kendi değerlerimizin dışında olanları da kolaylıkla kabul etmeyi nasıl becerebiliriz? Bir yere ait olmak için birilerinin ötekisi mi olmak zorundayız?
Sadece "insan" olaran nitelendirileceğim ve benim de insanları yalnızca "insan"lıklarıyla değerlendirmeyi başarabildiğim bir dünya istiyorum. Dünki .ok olan halimle üzerime vazife olmadan bu kadar sosyolog,psikolog ve değerli akademisyen varken sosyal konulara çözüm üretebilecek değilim, ama soruyorum işte.Aklımı kurcalıyor arkadaşım! Hepimize soruyorum.O zaman biz içindeki ben ne ve biz nereye aidiz? Ötekiler olmak zorunda mı?
Kıssadan hisse hepimiz "öteki"yiz.

11 Temmuz 2010 Pazar

Korkmaktan Korkmak!

Şimdi en çok korkularımdan korkuyorum...Uyandım. Beni dibe iten, yolumu kesen pisleşmiş, iliklerime işlemiş korku dolu düşlerimi,söylemlerimi görebiliyorum.
Peki ya şimdi ne olacak? Düşüncelerimle düşman mı olacağım? Oysaki 20 yıllık öğretilerin, hislerin, şemaların sonuçları onlar.
Farkındalık ve istek varsa çözüm bulunur elbet.Ama zormuş korkmaktan kormak. Eyvah yine korktum, pis düşüncem fırladı diyerek şapşal bir surat ifadesiyle pislikleri süpürmeye çalışmak kolay olamaz ki. Yine de kendimle ilgili en net bildiğim şey tamamıyla bir zıtlıklar kombinasyonu olduğumdur. Tüm düşünce ve duyguların zıt halleri bende mevcut.
Gergin dolu bir günü müzikle sakinleşerek atlatmış biri olarak bu kadar saçmalayabildim.Saçmalama hakkımı kullanmaya devam edeceğim.

7 Temmuz 2010 Çarşamba

Arınma


Her şeyden arınabilmek için önce kendimden arınmam gerektiğini keşfettim. Pis,olumsuz düşünceler hayatımı baltalayıp duruyormuş. Ve ben uzun zamandır daha içten gülümseyerek ve daha objektif düşünerek pas tutmuş düşüncelerimle savaşmaya çalışıyorum. Garip bir auram oldu.Sadece ben değil, çevremdeki kişi ve olaylar da değişmeye başladı sanki.Tüm bunlar sadece aynaya inanılmaz bir gülümsemeyle baktığım, herkesi,geçmişimi ve kendimi affetmeye çalıştığım, olumsuzluğa kapıldığımda hızla o noktadan uzaklaşmaya çalıştığım için mi oluyor bilmiyorum. Mutsuzum dediğimde mutsuzluklarımı aşamadım zaten. Artık iyiyim diyerek meydan okumaya çalışıyorum kötü olan şeylere.Değiştiremediklerimi de kabullenmeye çalışıyorum.
Arınmak kolay mı? Hayır. İnsanın düşünceleri hayatı ve kaderi oluyormuş gerçekten. Kötü olanları kabul etmek ve onları yarı yolda bırakıp ilerlemek kolay değil. Ama denemeye değer. Sadece ben olduğum için kendimi sevebiliyorsam şu an, değer gerçekten. Daha pek çok güzelliği kendim için yaratabilmeyi umut ediyorum.
Hepimizin en iyi dostu da en iyi düşmanı da kendimiziz sanırım. Kendilerini bulunduğu noktaya fark etmeden sabitlemiş olanlar, kendisine dair farkındalığı olmayanlar ve yeniye kapalı olanlar kendilerine en büyük kötülüğü yapıyor olabilir.

4 Temmuz 2010 Pazar

Zor Zenaat


Dünyayı memeliler ve pipililer olarak ayırıp durduğumuz için hepimize kızıyorum. Hepimize diyorum; çünkü bu duruma her ne kadar karşı olsam da ben de aynı ayrıma bilinç altımdaki sosyal öğretilerden dolayı sürükleniyorum.
Kadının sezgisel dünyasının yoğunluğuna erkek erişemez, erkeğin fiziksel gücüne de kadınlar erişemez maalesef. Ancak Allah'ın kainat dengesini sağlamak için düzenlediğini düşündüğüm bu sistem kadının ya da erkeğin birbirinden üstün olduğunu göstermez.
Her ne kadar kadın- erkek eşitliğinden bahsedecekmişim gibi dursa da şu anda konum başta bahsettiğim kadınların sezgisel dünyası.
Bu sezgisel dünya tamamıyla kendi oyun ve kurallarıyla örtülü gizli bir sistem gibi.Her kadının içinde işleri sadece mantığıyla değil, bu sistemde var olmasının verdiği sezgisel yetenekle işleri yürüten bir sezgi olduğunu düşünmekteyim.
Bundan bir kaç hafta 5.sınıfı bitiren kuzenimin okul partisinde ona eşlik ettim. Şık giyimli bücür cadıların dünyasını gözlemlemek bende farklı bir etki bıraktı. Ve aynen şunu dedim: "Allah'ım bunlar kadın olmuş bile!" Bir kere çok net gruplaşmalar vardı kızlar arasında. Lider özellikli bi kaç kız ve etrafında toplanan kızlar durmadan birbirini çekiştirmekteydi. İşte o cümleler:
-O elbiseyle buraya mı gelinir?
- Ay saçı çok çirkin olmuş.
-Şunun üzerindekine bak ne çirkin.

İlk başta duyduklarıma inanamadım. Kuzenim benim için henüz saf ve masum bir dünyada yaşayan bir çocuktu. Sonra kendi çocukluğumu düşündüm ve gerçeği hatırladım. Evet, ben de onun yaşlarındayken dünyam böyle pisleşmeye başlamıştı.Erkekler daha kalabalık gruplar halinde dertsiz, tasasız eğlenirken kızların birbirini çekiştirme modunda olması psikolojik mi, sosyolojik mi, antropolojik mi bilemiyorum. Ama şöyle düşündüm acaba çooook eski zamanlarda erkek nüfusu azken-savaşlardan dolayı erkek nüfusunun az olduğu zamanlar da olabilir- kadınlar bir erkeğe sahip olabilmek için kendini beğendirmek ve öne geçmek zorundaydı ve kadınlara güdüsel olarak yerleşen bu durum günümüze değin genetik olarak geldi denebilir mi? Saçma bir var sayım belki, ama bir türlü anlam veremediğim şu duruma bir sebep bulmak istiyorum sanırım.
Erkekler sütten çıkma ak kaşıktır, onlar dedikodu yapmaz, kıskanmaz demiyorum elbette.Ama kıskançlığın kadınlar arasında daha fazla olduğu aşikar. 20 yıllık hayatımda (ki bu yolun başı oluyor ) ne zaman başarılı olsam canımı sıkan birileriyle(kadınlar) karşı karşıya gelmişimdir. Ne zaman başarılı bir kadın görsem onu gözlemleyen kadın düşmanlarının gözlerini fark etmişimdir.
Kıssadan hisse, yıllar önce Romina adlı bir dj'in yayınında sıklıkla söylediği gibi : "Kadın olmak zor zenaat şekerim".